Yaratıcılığın Gizemi Çözülebilir Mi?

6.2.2018

Farklılıkların değer gördüğü, farkındalıkların ön plana çıktığı günümüzde beynimize ne kadar hükmedebiliriz veya yaratıcılık, yetenek ve zekâ gibi kavramlar ne oranda, nasıl gelişir ya da gelişebilir mi? Eğer siz de “İngilizce öğrenemiyorum”, “enstrümana yeteneğim yok” ya da “matematik mi, benden uzak dursun” diyorsanız, Prof. Dr. Uğur Batı’ya kulak verin. Çünkü Batı, “öğrenilmeyecek hiçbir şey yoktur” diyor.

Uzun yıllardır reklamcılık sektöründe, yaratıcılığın kalbinde çalışan Prof. Dr. Uğur Batı, yeteneğin ve yaratıcılığın öğrenilebilir olduğunu ve önemli olanın dikkat, ilgi, arzu ve eylemden geçtiğini ifade ediyor. İsteyen herkesin başarılı birer müzisyen ya da matematikçi olabileceğini; bunun için sadece heves, çalışma ve hayallere odaklanmanın önemini vurgulayan Batı, Ataşehir Belediyesi Ferhatpaşa Gençlik Merkezi’nde de dört hafta sürecek “Yaratıcılığın Biyolojik Saati” adlı atölyede, Ataşehirlilerle buluşuyor. Öğrenmenin yetenek ve yaratıcılıkla olan ilişkisi hakkında merak ettiğimiz tüm soruları, Batı’ya yönelttik: 

ZEKÂ DİYE BİR ŞEY YOKTUR

Yaratıcılık bir yetenek midir ve nasıl gelişir ya da gelişir mi?

 Özellikle nörobilimin (sinir bilimi) son 30 yılda yaptığı çok ciddi gelişmeler neticesinde beyin fonksiyonlarını artık görebilir durumdayız. Mesela artık beynin bölgelerini tanıyor, beyindeki elektriksel aktiviteyi ve çeşitli kombinlerle deri iletkenliğini ölçebiliyor; mimik analizleri yapabiliyoruz. Evrenin en karmaşık nesnesi; yani beyin konusunda şu ana kadar geldiğimiz bilgi birikimi açısından yaratıcılığın bir yetenek olmadığını; hatta yetenek diye bir şeyin olmadığını söyleyebilirim. Daha da ötesini söylüyorum zekâ diye de bir şey yoktur. Bunlar dildeki birtakım tanımlama zorluklarından kaynaklanan ifadelerdir. Özetle, insanın duyusal kapasiteleri için yeteneğidir diyebiliriz,  o zaman da geliştirilebilir olduğu ortaya çıkıyor. 

Peki, yeteneği geliştirmenin yolları nelerdir? 

Bilim için önemli olan kavramlarımızdan biri nöroplastisitedir. Plastisite; bir bireye, genetik yatkınlığının ve yaşının sunduğu potansiyelini, zorlayıp sonuna kadar kullanarak, bireyin o potansiyelinin gelişmesine ve çevre şartlarına göre düzenlenmesine olanak tanıyan fizyolojik bir süreçtir. Beyin sürekli değişim ve dönüşüm halindedir. Zamanla hücrelerin çeşitli öğrenme biçimleriyle daha da uzmanlaştığını görürüz. Bugün tek başına adaya düşen bir kişi, eğer özel çalışmalar yapmayacaksa ya da matematiksel alanda problemler çözmeyecekse, analitik kapasitesi geriler ama yaşam fonksiyonları, yani hayatta kalma becerisi güçlenir, içgüdülerinin fazlasıyla ortaya çıktığı gözlemlenir. Adada işe yaramayacak işlevleri yöneten bütün sinaptik nöron hücreleri budanırken, sinaptik kök salma yoluyla da yeni yetenekler kazanılır. Dolayısıyla öğrenilmeyecek hiçbir şey yoktur.

HERKES YARATICI OLABİLİR

Yetenek, öğrenme ile mi kazanılıyor? Öyleyse herkes başarılı birer sporcu ya da müzisyen olabilir mi?

Eğer doğuştan gelen bir engel yoksa tüm insanlar müzik yapabilir, resim çizebilir. Matematikle arası hiç iyi olmayan biri, çok iyi bir matematikçi olabilir. Sadece bu durum birileri için kolayken, birileri daha zorlu bir yolculuktan geçer. Ama bizim yetenek dediğimiz kavramın tanımında, doğuştan gelen bir durumdan söz ediliyor. Biz yeteneği varsa var, yoksa yok şeklinde algılıyoruz. Bu yanlış bir algıdır. “Senin matematiğe yeteneğin yok veya heykele yeteneğin yok, bu alanda ilerleme” deniliyor. Hayır, herkesin her şeye yeteneği var, beyin hücrelerinde gerçekleşen sinaptik budama veya kök salma yoluyla öğrenilmeyecek hiçbir şey yok. 

Peki, ya yaratıcılık? O da öğrenilen bir kavram mı?

Nörokimyasal bir aktivite olan öğrenme herhangi bir konu hakkında başladığında, beyindeki 140 milyar nörondan bir kısmı ayrılıyor ve bir alanda uzmanlaşıyor. Artık o alanda öğrenme başlıyor, diyebiliriz. Kişide yeteri kadar dikkat, ilgi, çalışma, hayal gücü, hedef, arzu da mevcutsa, ortada iyi bir müzisyen olmamak için herhangi bir neden de kalmıyor. Tabii, duyusal kapasitesi yüksek olan kişiler bunu daha kısa sürede başarabilir. 

Peki, yeterli çalışma ve öğrenme ile dâhi olunur mu?

Dâhilik, sanat, bilim gibi bir alanda çok iyi olmak anlamına geliyor, ama bunun kriterini kim belirliyor? Salvador Dali dünyanın en iyi, en itibar gören ressamlardan biriyken British ekolün sanatçısı Damien Hirst de dâhi diyorlar. Gerçekten dâhiler mi? 

Sanattaki dâhilik görüşünüz bilim için de geçerli mi?

Mesela Einstein için dünyanın en zeki insanı, diyorlar. Einstein’ın beyin ağırlığı normal bir insana göre daha hafifken, glia denilen beyindeki işlevsiz hücrelerinin daha yoğun halde bulunduğu gözlemleniyor. Buna göre, “glia hücreleri normal bir insana oranla fazla olan Einstein için, dünya bilim tarihine geçmiş en önemli isimdir” mi demek gerekiyor, yoksa “Einstein zaten çalıştığı için mi bu glia hücreleri gelişmiştir” demek mi? Nöroplatisiteye göre ikinci seçeneğin olma olasılığı daha yüksek görünüyor. Sonuç olarak bir alanda uzmanlaşan herkesin glia hücrelerinin sayısının arttığı tespit ediliyor. 

YARATICILIĞIN BİYOLOJİK SAATİ

Peki, Ataşehir Belediyesi’nde düzenlediğiniz atölyenin konu başlığı olan “Yaratıcılığın Biyolojik Saati” nedir ve gerçekten yaratıcılık için böyle bir zaman söz konusu mudur?

Dünya sonsuz bir döngü ve biz büyük bir sarmalda her şeyi tekrar tekrar yaşıyoruz. Dünyada ki temel prensip benzersizlik… Hiç bir nesne, hiçbir insan birbirine benzemiyor, ama onu destekleyen her şeyin sonsuz derecede tekrarlandığı prensipler mevcut. Dolayısıyla yaratıcılık dediğimiz olgu öğrenmeyle başlıyor, öğrenmenin başlangıç noktası AIDA; yani dikkat (attenion), ilgi (interest), arzu (desire), eylem (action). Bir de doğuştan genetik kodların ve kültürün genetikle birleştiği hali var. Birbirinden daha yaratıcı olan kültürlerin kolektif hale gelmesi. Tüm yaratıcılık burada çalışıyor. Biyolojik saat bu aslında. Bunun bir öğrenme biçimi, bir döngüsü var, ama beynin reflekslerinden biri de bir kere yaratıcı olursan yaratıcılığı öğreniyor olman. Beyinde dil öğrenme ya da sanat, bilim, yazı yazma gibi pek çok kod mevcut ve eğer biz o kodları çözersek o alandaki yaratıcılığı da çözmüş oluyoruz. 

Genetik faktörler ve öğrenme adına yapılan tüm çabaların dışında yaratıcılık için uygun bir zaman dilimi de söz konusu mu peki?

Beyin kova prensipleriyle çalışır. Kova dolmaya başladığı zaman alım kapasitesi azalır. Dolayısıyla sabahları hayatına sakince başlayan bir insanda süreç ilerledikçe algı yavaşlar, aynen kovanın içerisine doldurulan su gibi zamanla kapasite de azalır. O yüzden yaratıcılık gerektiren bütün işlere günün erken saatlerinde başlamak oldukça önemlidir. İnsanlar bazen biyolojik saatlerini, metabolizmalarını geceye doğru ayarlarlar, ama bu öğrenilmiş bir davranıştır. Gece daha verimsiz ve daha minimum kapasite kullanımıyla alakalı olan bir saattir. Güzel bir uykudan sonra sabah 05.00- 06.30 arası çalışmak yaratıcılık açısından hayli verimli saatlerdir.