Sahnede Rol Arkadaşı, Evde Anne-Kız
6.2.2018
Biri âşık olduğu sahneler için ailesini karşısına almış, diğeri adeta sahnede doğmuş iki kadın, Füsun ve Sevinç Erbulak. Tiyatro sahnelerinden ve ekranlardan tanıdığınız, Ataşehir’de aynı evi, aynı hayatı paylaşan biri anne, diğeri kız iki kadının ağzından dökülen her cümle hayatın demini veriyor. Bir de Kavin var ki, o geleceğin umudu ve neşesi.
Çocukların, özellikle kız çocuklarının hâlâ birey olduklarını kabul edemeyen bir toplumda hakkını savunan ve ondan sonrakiler için mücadele edecek bir çocuk yetiştirdi Füsun ve Altan Erbulak. Adı Sevinç. Evet, hepinizin tanıdığı, yıllar önce babasının asi kızı olarak “bana bir masal anlat” diyen o kız büyüdü ve annesi Füsun Erbulak ile bir çocuk daha yetiştiriyorlar. Biz de oyunculuklarına aşina olduğumuz Erbulak kadınlarının kapısını çaldık ve ülkede kadın olmaktan, aynı evi paylaşan üç neslin benzerlik ve çatışmalarına kadar pek çok konuyu konuştuk. Şimdi söz onlarda:
Ailelerin pek de tasvip etmediği bir dönemde oyunculuğa başlamanın zorlukları nelerdi?
Füsun Erbulak: Küçük Sahne’de sıkça oyun seyretmeye giderdik. Perdenin arasından hazırlanan oyuncuları gördükçe, yerimin seyirciler arasında olmadığını fark ettim, daha 12 yaşındaydım. Tabii, o dönemde oyuncu olmak toplum tarafından hoş karşılanmıyordu. Ailem oturdu, kalktı, kıyameti kopardı. Ben o sıra Notre Dame de Sion Fransız Lisesi’nde okuyordum, konservatuara da okuldan sonra gizlice gidiyordum. Galatasaray Lisesi’nde Fransızca oynadığımız amatör oyundan rol arkadaşımın annesi anneme, “senin kızın da benim oğlum gibi Galatasaray’da oynuyor” deyince, kıyametler koptu.
Ne oldu?
Füsun Erbulak: Oyunun olduğu gün evden çıkmama izin vermedi. Arkadaşlarım “camdan atla gel” dediler, dördüncü katta oturuyoruz, atlayamadım tabii. Oyuna gidemediğim için çok üzüldüm. Benim yerime sahneye Çetin İpekkaya peruk takıp çıkmış, yuhalanmış. Sonra gizli gizli Ayla Algan’ın kurslarına gitmeye başladım. Annem şapka takıp beni takip ediyormuş, fark etmedim. Bize “organlarınızdan korkmayın” demişlerdi, biz de egzersiz mahiyetinde yerde kızlı erkekli dönerken başında şapkası ile annem içeri girmez mi? “Burası genelev mi Ayla” diye bağırdığını hatırlıyorum. Her şeye rağmen annemin inadını bastırdım. Zordu, ama zevkliydi.
Oyuncu bir anne-babanın çocuğu olarak sahneler sizin için kaçınılmaz sondu herhalde?
Sevinç Erbulak: Kulis bizim ikinci evimizdi; hatta bir çocuk için daha cazip bir ev... En afili oyuncakların ve kıyafetlerin olduğu, bunun yanında kostüm, makyaj malzemeleri; yani kılık değiştirmek için ne gerekiyorsa her şey oradaydı. Başka biri olma fırsatına ait bütün malzemelerin 7/24 elinin altında olma lüksüne bir de dünyanın en eğlenceli insanlarıyla; yani oyuncularla arkadaşlık yapma lüksü de eklenince oyunculuk benim için kaçınılmaz oldu.
Peki, kulisteki oyun sahneye nasıl taşındı?
Füsun Erbulak: Babası ile oynadı, beş yaşındaydı.
Sevinç Erbulak: Ali Ağabey (Ali Poyrazoğlu) “Seçimler” oyununda beni sahneye bıraktı. Aslında bir nevi “hadi” dedi. Oyunu sürekli izliyordum, cümleler ezberimdeydi, ama o gece hiçbir şey yapamadım, çok korkutucuydu benim için. O zamana kadar kuliste sadece oyun arkadaşlarımı görüyordum, seyirci ile karşılaşınca kaçtım.
ANNEM OYUNLARDA NOT TUTAR
Peki, sonra ne oldu?
Sevinç Erbulak: Ertesi akşam Ali Ağabeye gidip “ben şansımı bir daha denemek istiyorum” dedim. O da şaşırmıştı, ama bu kez başardım. İlk tiyatro yevmiyem de Ali Poyrazoğlu’ndandır. Onu hâlâ saklarım.
Bir evde iki oyuncu kadın… Birbirinizi eleştirdiğiniz durumlar oluyor mu?
Sevinç Erbulak: Bunu genellikle annem yapar. Oyunlara elinde defteri ile gelir, not tutar. Bizde eleştiri negatiflikten ziyade yol gösterici anlamına gelir ve her oyuncunun da buna ihtiyacı vardır. Annem de bana bunu her zaman yaptı. 20-30 sayfalık notlarla başladı, sonra onlar giderek azaldı. En son Fırat’la (Fırat Tanış) oynadığımız “Ayrılık” oyununa geldi. Sahneye çıkar çıkmaz açtı defterini ve bir şey yazdı, hem de daha hiç konuşmamışken. Bütün oyun boyunca annemin oraya ne yazdığını düşündüm, çünkü devamında başka bir şey yazmadı. Oyundan hemen sonra sordum, “çok güzel görünüyordun, onu yazdım” dedi.
KUSURSUZ OLMAYA ÇALIŞTIM
Bütün bir oyun boyunca o yazıya takılmanızın nedeni kusursuz olmaya çalışmanızdan mı kaynaklanıyor?
Sevinç Erbulak: Kesinlikle, hep kusursuz olmaya çalıştım. Repliğimi unuttum, yanlış söyledim ya da totem kolyemi takmamışım diye kendimi yiyip bitirirdim, ama artık çok rahatım. Çünkü hayatımda kızım Kavin var.
KADIN OLMAK BU ÜLKEDE ZOR
Kadın olmanın zor olduğu bir ülkede güçlü ve başarılı olmak işe yarıyor mu?
Sevinç Erbulak: Biz kör olasılar gibi şanslıyız. Ataşehir Ekspres Dergisi için evimizde; sağımda kızım, solumda annem röportaj veriyoruz. Bizler yaşadığımız ülkede kadın olarak şanslı azınlığı oluşturuyoruz. Çünkü biz bu röportajı yaparken bir yerlerde bir kadın koruma talep ettiği halde verilmediği için bir adam tarafından katlediliyor, şu an oluyordur bu. Ayrılmak istediğini söylediği kocası ona bir gazete kupüründeki mesajı atıyor mesela. Kadın olmak bu ülkede çok zor. Bunun en önemli nedeninin de çocukların üreme organları ile küfür vasıtasıyla tanışmaları olduğunu düşünüyorum. Avrupa’da çocuk yuvada öğreniyor bunu, birlikte giyinip, soyunuyorlar. Sapık olma ihtimalleri elinden alıyor. Avrupalı erkek, kadına aç değil bizim toplumumuzda olduğu gibi.
Peki, sizin bu konuda kızınıza olan yaklaşımınız nasıl?
Sevinç Erbulak: Bana annem ve babam nasıl anlattıysa ben de kızım Kavin’e aynı şekilde anlatıyorum, bilinçli yetişsin diye. Diğer türlü çocuk anneye bakıyor, ezik; babaya bakıyor “erkek yapsa elinin kiri” deniyor ve çocuk da öyle yetişiyor. Ama kızları saklıyorlar. O saklanan kız çocukları, akşam Bostancı’da evine yürürken evli, iki çocuk babası bir sapık tarafından tecavüze uğruyor. Adam “karım hamileydi” dediğinde ise serbest bırakılıyor. Bu ülkede katil olmanın cezası üç, karısının katili olmak ise iki sene…
Bu durum bir kız çocuğu yetiştirirken sizi endişelendiriyor mu?
Sevinç Erbulak: Tabii ki kız çocukları için korkuyorum. Ben çocuk sahibi olmanın ehliyete bağlanması gerektiğini düşünüyorum, ayrıca kızımın geleceğini de bu ülkede görmüyorum. Çünkü benden önce bir mekanizma, onun nerede ve nasıl yaşayacağına karar verirse ya da kimlerle görüşebileceğinden ne giyeceğine kadar özeline karışırsa, ben kendimi affedemem.
Füsun Erbulak: Hiç pes etmiyoruz, Sevinç ya da Füsun olarak oyunlar üretip insanlara ulaşmaya çalışıyoruz. Bir kişinin değişmesi, dünyanın değişmesi için büyük bir umut bizim için.
ANNEM ARTIK BİR ÇOCUK
Kadınlar yaş aldıkça annelerine benzer, derler. Siz de annenize benzemeye başladınız mı?
Sevinç Erbulak: Kesinlikle, istisnasız bir benzerlik söz konusu. Kızlarla “ambulans” diye bir grubumuz var. Herkes annesinden çok şikâyetçi… Herkes annesinden çok sıkılmış, herkes annesinin bir canavara dönüştüğünü düşünüyor ve de bir çocuğa… Benim annem de artık bir çocuk hem de Kavin’den daha küçük bir çocuk.
Füsun Erbulak: Bir de ben 51 yıllık Tip1 şeker hastasıyım, onun da bu söylediklerinde büyük etkisi var tabii.
Peki, evde kimin kuralları geçiyor?
Sevinç Erbulak: Herkes birbirinin kurallarının içine giriyor, çıkıyor. Bu sebeple annemle Kavin çok kavga ediyorlar.
Anlaşamadığınız noktalar neler?
Füsun Erbulak: Okuldan geldiğinde ellerini yıkamayınca bir söylüyorum, iki söylüyorum sonra da sinirleniyorum ya da dişlerini fırçalamadığında.
Sevinç Erbulak: Annem bilime çok inanır. Psikoloğun anneme tavsiyesi, bu durum tehlike arz etmediği sürece müdahale etmemesi yönünde, ama kendini tutamıyor.
Füsun Erbulak: İşte tehlike arz ediyor, mikroplu elleri ile yemek yiyor. (gülüyor)
Sevinç Erbulak: Ben hiç annem gibi değilim, ama olacağım herhalde, bekliyorum.
Peki, kaç yıldır Ataşehir’desiniz?
Sevinç Erbulak: Bin senedir herhalde. Ataşehir çok konforlu, özellikle annem için yaşaması rahat bir muhit. Muhtarı, bankası, kuaförü, marketi hepsi çok yakın; fakat siteler artmaya başladıkça çehresinin değiştiğini düşünüyorum. Kalabalıklaştı, dolayısıyla trafik sorunu oluştu. Her şeye rağmen annem buranın bağımlısı, gidemiyoruz.
Füsun Erbulak: Ben Ataşehir’i olduğu kadar, Ataşehir Belediyesi’nin hizmetlerini de seviyorum. Mesela en son bisiklet kampanyası başladı, gerçekten çok güzel.
Sevinç Erbulak: Belediyenin hayvanlara gösterdiği ilgi de takdire şayan gerçekten. Sosyal Medya’yı da çok iyi kullanıyorlar. Başka kurumlara sosyal medyadan yazdığımda karşımda muhatap bulamıyorum, ama Ataşehir Belediyesi Sosyal Medya’sının dönüşü 10 saniyeyi geçmiyor. Yani orada, ekran başında, alakadar olan birileri var. Geçenlerde Ataşehir Bulvarı’nda bir restoranda oturmuş yemek yerken, karşı binanın yangın merdiveninde bir adamın elindeki hayvana bir şeyler yaptığını fark ettim ve hemen belediyenin sosyal medya hesabından durumu yazdım. Önemsemezler diye düşündüm, ama inanır mısınız iki dakika içinde olay yerine geldiler ve kuzgun avlamaya çalışan adama müdahale ettiler.
YENİ OYUNLAR, PROJELER
Sevinç Erbulak: Şu an Fırat ile (Fırat Tanış) “Ayrılık” oyunumuz var. Hem İstanbul’da hem de turnelerle tüm ülkede oynamaya çalışıyoruz. Şehir Tiyatroları’nda da yeni oyun için provalarımız başladı.
Füsun Erbulak: En son Özen Yula’nın “Kırmızı Yorgunları” oyununda oynadım. Eve de yakındı, iyiydi. Ayaklarım sorun çıkardığı için artık üşeniyorum. Evde oturayım, kitap okuyayım istiyorum. Dormen ya da Çevre Tiyatrosu’nda yerleşiktik, senede bir ay İzmir’e giderdik, o kadar. Ama şimdi öyle değil, haftanın iki günü bir yerlere gidiliyor, otellerde kalınıyor. Bu benim için çok yorucu.
ALTAN ERBULAK’A DAİR
FÜSUN ERBULAK: Gülriz Sururi “kadınlar komik erkeklere âşık olur” der, ben de bunun doğruluk payına inanıyorum. Altan, evde de bizi çok güldürürdü, sahnede oynarken de yapmadığını bırakmazdı. Hayata bakışı ile de ileriki yılların erkeğiydi. İnsanlara bir savcı edası ile değil, avukat gibi haklı yanlarının da olabileceğini düşünerek yaklaşırdı. Ben ise Kafkaist, fazlasıyla karamsar... O benim bu yanımı tedavi etti, onunla çok mutlu oldum. Ölümü düşündüğüm zamanlar, erteleme sebebimdi. Ona çok şey borçluyum. O benim kocam, dostum, arkadaşım; her şeyimdi.
SEVİNÇ ERBULAK: Her kız çocuğunda olduğu gibi benim babam da benim idolümdü. Çok hümanist, çok vicdanlı, adalet terazisi son derece dengeli ve çok komik... İlk aşkımdı. Hayatım boyunca onun benzerini aradım, bulamadım. Şahane, harika, mükemmel sıfatlarının dışında, insan gibi bir babam vardı. Ben babamı 13 yaşındayken kaybettim, o yaşıma kadar da karşısına geçip konuşmak istediğim her şeyi konuşabildim. O da beni karşısında yetişkin bir kadın varmış gibi dinledi, öyle cevaplar verdi. Babam, kendini varlığında da yokluğunda da aratan, benim için şahane biriydi yani.