Ayakkabı peşinde bir ömür

3.8.2017

“Dost başa, düşman ayağa bakar” dense de ayakkabı ilk izlenimin en önemli göstergelerinden. Ayrıca ayaklarımızın koruyucusu. İşte bunun için İsmail Özaslan yıpranmış, delinmiş ayakkabılara adeta bir doktor inceliği ile yaklaşıyor. Ayakkabı tamircisi Özaslan “sağlığın yolu ayaktan geçer” diyor.

Domuz burnu, Çarşamba işi ya da Antalya kalıbı… Onlarca çeşit ayakkabının dili olan İsmail Özaslan, yıllarını verdiği mesleğini hâlâ ilk günkü heyecanı ile yapıyor. Bakıma gelen ya da özel tasarım ürettiği ayakkabıları bir sanat eseri titizliği ile işleyen Özaslan’dan 40 yılın hikâyesini dinliyoruz: 

        

Mesleğe ilk adımı nasıl attınız?

1964 Sinop, Boyabat doğumluyum. Ailemin ekonomik durumu iyiydi ama ben biraz dik kafalı olduğumdan “artık okula gitmek istemiyorum” dedim ve ortaokuldan ayrıldım. Bizimkiler sürünsün de aklı başına gelsin, diye beni bir ayakkabı tamircisinin yanına gönderdiler.

Peki, ailenizin dilediği gibi “süründünüz” mü?

Ben ayakkabı işini çok sevdim. Ustam bana evladı gibi davrandı, mesleğin tüm inceliklerini öğretti. Mesela ben askerdeyken babamdan çok ustam arar sorar, 15 günde bir para gönderirdi. 

Mesleğe ilk ayakkabı boyayarak mı başladınız?

Köylerden, kasabalardan alışverişe gelenler, çamurlu ayakkabılarını getirirlerdi. Onları temizleyerek başladım. Usta ilacı hazırlar, ben de sürerdim. Sonra kollu makineyi öğrendim, peşine de ayakkabı dikmeye başladım. Eski ayakkabıları tamir ederken bir yandan da yenilerini tasarlamayı öğreniyordum.

Sizi İstanbul’a getiren zenginlik hayalleriniz miydi?

Kesinlikle… 88 yılında askerden döndükten bir hafta sonra tek başıma İstanbul’a geldim. Beyoğlu Gedikpaşa’da bir yıl kalfalık yaptım. O yıl hiç durmadan çalıştım ve para biriktirdim. Kalfalıkta o zamanlar iyi para vardı.

Biriktirdiğim parayla 88’in son aylarında İçerenköy’de dükkân açtım. Bir yandan ısmarlama ayakkabı yapıyor, bir yandan da tamir işini devam ettiriyordum. Sonra işleri büyüttüm iki katlı bir dükkâna taşındım. Üst kat mağaza, alt kat ise imalathaneydi. 

İstanbul’da tutunmayı başardınız yani…

İşler çok iyi giderken, “5 Nisan Kararları” ile ülkenin ekonomik krize girmesi her şeyi alt üst etti. O yıl, Eylül sonuna kadar bir çift ayakkabı bile satamadım. İki bin çift ayakkabı elimde kaldı. Yanımda da aşağı yukarı 15 kişi çalışıyordu. Neyim var neyim yok sattım, ona rağmen 20 milyon borcum kaldı. Borcu ödemek için tam iki yıl gündüz fabrikada, gece Beyazıt’ta imalathanede çalıştım. 

Patronluktan, işçiliğe dönüş sizin için zor olmalı?

Ayakkabı sektöründe sözü geçen yerli bir firmada kalite kontrol biriminde işe başladım. İlk altı ay çok zorlandım, yaklaşık 10 kez işi bıraktım. Kendi işimden sonra başkasının yanında çalışmak, özellikle de üretimden uzak olmak beni çok üzüyordu. Yaklaşık 18 sene böyle devam etti. İşçiler yüzünden müdürle tartışıp fabrikadan ayrıldım. Bizim sektördeki insanlar yardımseverdir. Derici arkadaşlarım malzeme verdi, para almadı. Kalıpçım “ben seni idare ederim” dedi, Ataşehir’de YEDPA Ticaret Merkezi’nde tekrar dükkân açtım. Burada özel üretimin yanında ayakkabılara son şeklini veriyordum. Boyasını yapıyorum, rötuşluyorum, çiziği varsa onu kaybediyorum.

Hâlâ ayakkabı yaptıran oluyor mu?

Ayak numarası 37 olan erkekler var, onların piyasada ayakkabı bulması imkânsız, hele ki istediği modeli… Ya da düztaban veya ayak kemiklerinden şikâyetçi olanlar... Giydiğinde tüm gün rahat edebilecekleri özel ayakkabılar yaptırmaları gerekiyor. Tabii bir de özel tasarım meraklıları var. 

Kişiye özel bir ayakkabı seri üretime göre daha mı maliyetli?

Burada yaptığım ayakkabıları Beyazıt’ta bir arkadaşım İtalya’ya fiyatının üç katına satıyor. Çünkü gerçek değeri bu. Yapımı 15 gün sürüyor, ama müşteri beklemek için zamanım ve lüksüm yok. Ben günü kurtarayım, ekmek paramı çıkarayım derdindeyim, o sebeple değerinin çok altında satıyorum.

Peki, 40 sene evvel ile günümüzü kıyasladığınızda sektörde ya da insanların ayakkabı tercihlerinde neler değişti?

Ne değişmedi ki? O zaman ki müşteri bile farklıydı. Suni ayakkabı yok denecek kadar azdı, kösele ayakkabı sektöre hâkimdi, fakat çeşit yoktu, herkes aynı ayakkabıyı tercih etmek zorunda kalıyordu. Gerçi şimdi çeşit var ama bu sefer de insanların sağlığı ile oynanıyor. Alım gücünün düşük olması nedeni ile insanlar mecburen ucuz, yani sağlıksız ayakkabıları tercih ediyor.   

Ucuz ayakkabıların sağlığa ne gibi zararı var?

Sağlığın yolu ayaktan geçer; çünkü denge unsurudur. Bazen öyle bir ayakkabı ile geliyorlar ki 20 liralık bir babet, alalı bir ay olmadan parçalanmış. Bakımını yapayım yapmasına da 20 liralık ayakkabıdan ücret alsam olmuyor, almasam olmuyor. 

Size bakıma getirilen ayakkabıların genel olarak sorunu nedir?

Türk halkının yüzde 80’i ayakkabının dışına basar ya da arabada gaz pedalına fazla basmaktan ayakkabının arkası yıpranır. Genellikle bu şikâyetler ile gelirler. 

 

Röportaj: Leyla Öz