Aşk Engel Tanımıyor
5.1.2018
Bacaklarında kaybettikleri hissin tümünü kalplerinde sevgiye dönüştürmesini bilen bir çift, Şenol ve Gönül Alboya. Bedensel engelin zorluklarına zaman zaman yenik düştüklerini fark etseler de aşkları karşısındaki tüm engellere daha ilk günden ele ele göğüs germesini bilmişler. Ataşehir’de yaşayan ve birlikte büfe işleten bu mutlu çiftin aşkı engel tanımaz cinsten.
Şenol Alboya, altı yıl önce gönlünü Gönül Alboya’ya kaptırdı. O günden bu güne birlikteler. Bir yandan Ataşehir’de aşkla dolu bir ömür geçirirken, bir yandan da küçücük büfelerinde mahallelinin karnını doyuruyorlar. Önlerine çıkan tüm engelleri birbirlerine destek olarak aşmayı başaran Alboya çifti ile buluştuğumuz Gönül Büfe’de, gülen gözlerle anlattıkları hikâyelerini dinliyoruz:
Alboya çiftinin hikâyesi nerede başlıyor?
Gönül Alboya: 1973, Sivas doğumluyum. Dört kardeşin en büyüğüyüm. Ben 18 yaşına gelene kadar babam, memleketimizde marangozluk yapıyordu. Her canlının bir gün ölümü tatması ne kadar doğalsa, o dönem Anadolu insanın İstanbul’a göçü de o kadar doğaldı. Babamın işlerinin kötü gitmesi, İstanbul’a dair kurulan hayallerin üstüne tuz biber ekti ve biz de hemşerilerimiz gibi koyulduk yollara.
Şenol Alboya: Çorum doğumluyum. Beş çocuklu, devlet memuru bir baba ve ev hanımı bir annenin evladıyım. Babamın İstanbul’a tayini çıktığında yedi yaşındaydım. Akrabalarımızın yaşadığı Fikirtepe’ye geldik, yerleştik. 70’lerde Fikirtepe’de gecekondulaşma hızla artıyor, gecekonducu diye bir sınıf oluşuyordu. 73 yılında bunun, bizim gibi geçim sıkıntısı çeken insanlar için büyük bir fırsat olduğunu düşünerek Yenisahra Mahallesi’nden bir yer aldık ve gecekondumuzu inşa ettik. Yani 73’ten beri Yenisahra’dayım, memleketim desem yeri. Mahallenin neresinden kablo, neresinden kanalizasyon borusu geçer, onlara kadar bilirim.
Peki, tekerlekli sandalye…
Gönül Alboya: Benim engelim doğuştan olmasına rağmen 14-15 yaşına kadar hiçbir sıkıntı yaşamadım. Herkes gibi ben de yürüyor, koşuyordum. Bir gün ayağım burkulur gibi oldu, önemsemedim. Bu durum giderek sıklaştı ve ayaklarım dışa doğru dönmeye başladı, kısa bir süre sonra da yaralar açıldı. Meğer omuriliğimde doğuştan açıklık varmış; yani parapleji… Omuriliğe binen yük arttıkça sinirlerde sıkışma meydana gelmiş. Sonuç, bacaklarımda his kaybı, yani bir tür felç…
14 yaşında, genç kızlığa adım attığınız bir çağda kolay kolay atlatılamayacak bir süreç geçirmişsiniz. Bu durum hiç de kolay olmamalı…
Gönül Alboya: Tam tamına 33 kez ameliyat oldum. Her ameliyat en az üç, dört ay hastanede yatmak demekti. O yaştaki bir çocuk için oldukça zor bir süreçti. Sokaklarda koşup oynuyorken birden bire tekerlekli sandalyeye mahkûm olmak, arkadaşlarımın okuldan dönüşlerini camda beklemek tarifi olmayan bir acıydı. Çok üzüldüm, ağladım, ama hayatı da seviyordum. Bu sandalyeyi bacaklarım yerine koydum ve “başaracağım” dedim. Başardım.
Şenol Bey, sizin yürüyememe nedeniniz de doğuştan mı kaynaklı?
Şenol Alboya: Hayır, dokuz yaşındayken görünmez bir kaza sonucu yaralandım ve omuriliğimdeki sinir sistemim zarar gördü, felç oldum. Dokuz ay boyunca bir hastane odasında hiç hareket etmeden yattım. Altı aylık bir fizik tedavi sonrası protez bacaklara kavuştum. Koltuk değnekleri ile tekrar yürümeye başladım; fakat zamanla bacaklarımda oluşan kireçlemeler nedeniyle tekerlekli sandalyeye mahkûm oldum.
Aklınızdan hiç vazgeçmek ya da hayata küsmek geçti mi?
Şenol Alboya: Çok zorlu, bende ağır psikolojik tramvalar yaratan bir süreçti, ama hiç vazgeçmedim. Arkadaşlarım dışarıda oyunlar oynuyor, gezip dolaşıyordu; ben yerimden kımıldayamıyordum. O dönem, şimdiki imkânlar da yoktu. Otobüsleri bırakın, taksiler bile tekerlekli sandalyeli bir yolcuyu kabul etmiyordu. Ona rağmen hep iyi tarafından bakmaya çalıştım. Bu olay, benden bacaklarımı aldı ama o yaşta bambaşka bir kişilikle donattı beni. Yaşıtlarıma göre hep daha olgun ve düşünceli olmayı öğrendim.
Bu kadar engebeli sürece rağmen zoru başarmış ve engellerinizin yaşam sevincinizin önüne geçmesine mani olmuşsunuz…
Şenol Alboya: Var olmak, üretmek ya da hayata küsmemek için elimden geleni yaptım. Çünkü hayat gerçekten yaşamaya değer. Eşim Gönül Hanım da asla neşesinden ödün vermez. Hatta ben onun etrafına saçtığı yüksek enerjisine âşık oldum, diyebilirim.
Engelli bireyler için çalışma hayatı da daha mı meşakkatli?
Şenol Alboya: 86 yılında babamın vefatından sonra ekonomik olarak bir hayli zor zamanlar geçirdik. Çalışmam gerekiyordu. 87’den 2000 yılına kadar kundura işi yaptım, işler iyi gitmedi. Oradan ayrılıp erkek kardeşim ile sanayide oto tamiri üzerine çalıştık, ama bir türlü şans benden yana olmadı. Krizler, krediler belimizi büktü. Neyse ki dört yıl önce bu büfeyi açtım da şimdi eşimle el ele verip, keyifle çalışıyoruz.
SABAHA KARŞI EVLENME TEKLİFİ
Peki, o eller nasıl kavuştu?
Şenol Alboya: Akülü sandalyemi yeni almışım, ilk heves bir gayret geziyordum. Biraz deniz havası alayım diye Kadıköy sahile gittim. Tek başıma biraz keyif yaptım. Akşamüstü eve dönmek için otobüs duraklarına doğru giderken Eminönü İskelesi’nden çıkmış ve bana doğru akülü sandalye ile gelen bir hanımefendi gördüm. Maksadım yeni aldığım sandalyenin arıza durumunda bakımı için nereye müracaat etmem gerektiğiydi. Yanına yaklaştım ve durumu anlattım. Sağ olsun o da bana bir telefon numarası verdi, kendilerinin de arıza durumunda oraya gittiğini söyledi. Ben de ona kendi kartımı takdim ettim. Aradan iki ay gibi bir zaman geçti. Bir gün telefonum çaldı, Gönül Hanım… “Engelli arkadaşlarım ile toplanıp, çeşitli etkinliklere katılacağız, siz de gelmek ister misiniz” diye sordu.
Tabii siz de davete icabet ettiniz?
Şenol Alboya: Kesinlikle (gülüyor)… Kalktım, gittim. Koroya katıldım, bu süreçte arkadaşlığımız ilerledi; fakat çok samimi ve sevecen olan Gönül Hanım bir o kadar da mesafeliydi.
Bu mesafeyi aradan kaldırmak için güzel bir evlilik teklifi gelmiş olmalı?
Şenol Alboya: Evlenmeden önce annemle birlikte aile apartmanında yaşıyorduk. Annem o süreçte ayağını kırdı. Kardeşlerim bakım konusunda yardımcı oluyorlardı; fakat saatin geç olmasından dolayı o an herkes kendi evindeydi. Annem içeride uyuyordu. Birden sesini duydum, beni çağırıyordu. Yanına gittim. “Çok acıktım” dedi. Aklıma kardeşlerimi çağırmak geldi, ama kabul etmedi. Apartmanda asansör de yok ki akülü sandalyem ile bir başıma gidip halledeyim. Bir şans telefona sarıldım, açık bir yer varsa sipariş vereyim diye. Neyse yemek geldi, karnını doyurdum. Annemi yatırıp ben de odama çekildim. O an içime bir sızı saplandı. O çaresizlik anımızda bile evladına nazının geçmeyeceğini düşünen annemi kaybetme korkusunu o an yaşadım. Yalnız kalırsam ben de aynı çaresizliğe mi düşecektim? Kafamdaki bu bilinmezlik ile yorganın altına girdim ve ağlamaya başladım. Durduramadığım gözyaşlarım bana kalbimi işaret etti. O an kalbimde de aklımda da bir isim belirdi, Gönül… Hemen telefona sarıldım. Saat sabaha karşı dört…
Evlenme teklifini telefonla mı yaptınız?
Şenol Alboya: O an yapmasaydım belki de hiç yapamayacaktım. Telefonu açtığında konuşmasına bile fırsat vermeden “ben seninle evlenmek istiyorum. Kabul edersen başımın tacısın, etmezsen de aramızda böyle bir konuşma geçmedi” dedim. Kadını uykudan uyandırdım, sorum karşısında afalladı, sonra çok kararlı bir ses tonuyla “olmaz” dedi ve telefonu kapattı. Ama ben pes etmedim.
Gönül Hanım, o ana kadar siz evliliği hiç düşünüyor muydunuz?
Gönül Alboya: Ben evlilik fikrine soğuk değildim; hatta bir gün beyaz atlı prensimin karşıma çıkacağına inanıyordum. Aslında Şenol Bey’in teklifinden önce bana karşı boş olmadığı fikrine kapılmıştım. Arkadaşlarımız da bizi çok yakıştırıyor, “bir elmanın iki yarısı gibisiniz” diyorlardı, ama ben hem utanıyor hem de etraftan gelebilecek yorumlara karşı korunaklı davranıyordum. Evlilik teklifini ilk gün kabul etmedim, ama kalbi sevgi ile dolu, gözleri bana baktığında gülen bu adamı ölene kadar yanımda istediğimi anladım ve sonunda “evet” dedim.
Kararınıza ailelerinizin tepkisi ne oldu?
Şenol Alboya: Gönül Hanım’ın ailesi evlenmemizi hiç istemedi.
Gönül Alboya: Özellikle annem ilk zamanlar “kendi engelli kızına bakamamış da kocaya vermiş dedirtmem” diye karşı çıktı. Şenol Bey’i tanıyıp, birbirimize karşı duyduğumuz sevgiyi anladıkça eşimi o da kabullendi ve şu an en az evlatları kadar seviyor.
Şenol Alboya: Engelli bireylerin de diğer vatandaşlar gibi yemek yemeye, gezmeye, sevmeye ve sevilmeye ihtiyacı var. Bunu en büyük destekçimiz olacak ailelerimiz dahi kanıksayamadığı gibi bir de bize köstek oluyor. Bizim evliliğimiz birçok engelli gence örnek oldu ve aile kurma konusunda cesaret verdi. Bizden sonra beş, altı arkadaşımız da evlilik kararı aldı. Resmen açılım yaptık.
Peki, bu büfe ve birlikte çalışma fikri nasıl ortaya çıktı?
Şenol Alboya: Kardeşim ile sürdürdüğüm oto tamir işi iyi gitmiyordu. Eşimin de içinde bulunacağı bir iş yapmak istedim. Gönül Hanım’ın eli lezzetlidir, pratik yiyeceklerin olduğu küçük bir büfe açalım, dedik. Fikir aklımıza yattı yatmasına ama beş kuruş paramız yok. Biraz banka kredisi, biraz da eşimin ailesinin desteği ile bu hale getirdik.
Büfedeki düzeni oturtmak ve devam ettirmek ya da en basiti servis yapmak sizi zorlamıyor mu?
Şenol Alboya: Sabah sekizde büfeyi açtığımızda ilk işimiz çay suyunu koymak. Servis konusunda hiçbir sıkıntımız yok, sandalyelerimiz akülü olduğu için ama masa ve sandalyelerin sabah yerleştirilip, akşam kaldırılması konusunda sağ olsunlar komşularımızdan destek alıyoruz. Her biri ailemizin birer ferdi gibi. Zaten Ataşehir’i o sebeple çok seviyoruz. Hâlâ o mahalle kültürü, insanlar arasındaki yardımlaşma devam ediyor. Bizim birbirimize can yoldaşı olduğumuz gibi, Ataşehir de bize sıcacık bir yuva oldu.