Ağaçların fısıldadığı adam
6.11.2017
Artvinli Talip Kır, yıllar sonra baba mesleğine, mobilyacılığa geri dönmüş. Neden mi? Uzun zamandır inşaat sektöründe yükselttiği binalara karşın, azalan yaşam sevinci ve tutkularını tekrar diriltebilmek, hayata ağaçla tutunabilmek için. Kır, “ağaca dokununca tüm hayat gailesinden uzaklaşırsın, yeni doğmuş bir bebek gibi saf ve temiz olursun” diyor.
Tecrübe nişanesi kırışıklıklarımız gibidir ağaçların yaş halkaları... İyiyi de kötüyü de hapsederler bedenlerine. Her bir iz usta ellerde masaya, sandalyeye, yıllar sonra kırılan bir aynanın çerçevesine taşınır. O usta ellerden biri de Ataşehir’deki atölyesinde, ağaç kokusu ile yaşama tutunan, Talip Kır… Aile mesleği mobilyacılık olan Kır’dan ağaçların dilini ve onlara yıllarca duyduğu hasreti dinliyoruz:
Baba mesleği olan mobilyacılığa başlama hikâyenizi dinleyebilir miyiz?
Babam, 1960’tan 86’ya kadar önce memleketimiz Artvin’de, sonra sırasıyla Kars ve Erzurum’da ağaç oymacılığı üzerine çalıştı. Öyle bir ustaydı ki önce ağaca dokunur, koklar öyle karar verirdi neye dönüştüreceğine. Ben de onun yanında yetiştim. Ağaçların dilini keşfettim, onların hayatları ile hayatımı harmanladım.
Hayat, yolunuzu İstanbul ile ne zaman kesiştirdi?
1986-1987… Hayat şartları zorlaşıp, sorumluluklar artınca küçük yerlerde sevdiğin işi yapmak bir süre sonra lüks oluyor. Bu da sizi başka arayışlara yönlendiriyor. İstanbul’da yaşamak, tutunmak da kolay değil tabii... Bildiğin, anladığın işin dışında bir sektöre yönelmek belki çılgınlık ama o an İstanbul’a yoğun göç olması ve buna karşın sektördeki açık bizleri inşaat işine yöneltti. Bizler de Anadolu insanının alışkın olduğu hayatı gurbette devam ettirebileceği evler yapmaya karar verdik, kalktık Ataşehir’e Kayışdağı’na geldik. Yüzlerce aile sıcacık yuvasında yaşayabilsin diye yıllarca didinip durduk.
Peki, ne oldu da tekrar ağaca, mobilya işine döndünüz?
Çok çalıştığım için hanım, ilgisiz kalıyorum diye de yıllarca çocuklarım kızdı. Ne toprak sahibini, ne de ev sattığımız kişileri memnun edebildik. İşçi, patron bizi sömürüyor derken; devlet her gün yeni bir ceza getiriyordu. Şöyle dönüp yaşadıklarıma bir bakayım, dedim ki ne kimseyi memnun edebilmişim ne de yaşadıklarımdan ben memnunum. Stres, sıkıntı da cabası. İşi gücü bıraktım, iki sene evde oturdum. Tabii, emeklilik bizim gibi çalışmayı seven kişilere göre değilmiş. Ne yapabilirim, diye düşünürken birçok kişinin hayali olan toprağına, köyüne dönmek benim için adeta baba mesleğine dönmek oldu, ben de bu hayalimin peşinden gittim.
Ağacı işlemek nasıl bir haz ki toprağa dönmekle eş değer tutuyorsunuz?
Ağaca dokununca tüm hayat gailesinden uzaklaşırsın, yeni doğmuş bir bebek gibi saf ve temiz olursun. Ne stres bırakır, ne de kötü düşünce…
Peki, siz bu saflıkla neler üretiyorsunuz?
Raftan sandalyeye, masadan avizeye kadar birçok ürüne hayat veriyoruz. Sehpa, kitaplık, abajur ve dekoratif pek çok ürün… Aklınıza ahşap mobilyaya dair ne geliyorsa üretimini yapıyoruz. Ben, ağacın kokusunu hissetmeden, onla bağ kurmadan yapılan üretimden hayır gelmeyeceği kanaatindeyim. Bu bağı kurmak, ağacın hikâyesini yazmak için ustalarımız ile birlikte kafa kafaya verip tasarımları yapıyoruz. Sonrasında da atölye safhası başlıyor, ama bazen tasarımda düşündüğümüz üründen çok farklı bir mobilya da ortaya çıkabiliyor, ağaçlar bu konuda bizi yönlendiriyor.
Nasıl yani, neye dönüşmek istediğini ağaçlar kulağınıza mı fısıldıyor?
Kesinlikle… Atölyede bir ağacı iki parçaya ayırdığınızda sağ tarafı ile sol tarafının birbirinden tamamen farklı olduğunu görürsünüz. Tıpkı parmak izi gibi… Onunla doğru bağı kurarsanız, zaten size ne yapmanız gerektiğini söyleyecektir. Her ağacın kendine ait bir dili vardır, okumasını bilirsen. Mesela ceviz ağacının içinde sizi bazen bir baykuş, bazen de yaşlı bir adam silueti karşılayıverir. Her ağaçta başka bir özellik başka bir hikâye vardır. Ama iş seri üretime döndüğünde bunların hepsinden mahrum kalırsın.
Özellikle kullandığınız ağaçlar hangileri?
Sektöre en uygun ağaçlar ceviz, bulabilirsek ardıç ya da mazel dediğimiz yumuşak dokulu bir ağaç var, genellikle bunları tercih ediyoruz.
Bir yandan ağaçları korumaya çalışırken bir yandan da ağaçları hammadde olarak kullanmak çelişkili bir durum değil mi?
Bu iş ağacı, doğayı sevmeden yapılacak bir iş değil. Çevreci değilsen, ağaç ile düşman olursun. Dolayısıyla zor bir ilişki, ama biz bu işi ticari kaygı ile yapmadığımızdan bu dengeyi koruyabiliyoruz. Ağacı yurtdışından getirmeye kalksak çok pahalı, altından kalkılacak gibi değil, ülkemizde de birçok tür devlet tarafından koruma altına alınmış. Sadece orman yangını olan ya da sıkılaştırılmış bölgede seyreltmeden dolayı orman idaresinin bazen yapmış olduğu ihaleler sonucunda ağaç temin edebiliyoruz. Yoksa ülkemizde sanayi için üretilmiş şu kadar ağaç var, diyemeyiz. Devletin kâğıt fabrikaları için ürettiği ağaçlar var, meşe gibi ama onlar da bizim sektörde kullanılmıyor. Bazen yol ihaleleri olduğunda oralardan sökülen zeytin ağaçlarını alıyoruz.
Burası aslında ticari kaygıdan ziyade, sizin hobi eviniz gibi…
Eğer rahat olmazsanız yaptığımı satayım, çok para kazanayım derseniz, umduğunuzu bulamazsınız. Bu öyle büyük paralar kazanılacak bir iş değil. Bizim her kesimden müşterimiz var. Yeni evli, modayı takip edenler de, sanat camiasından da… Dolayısıyla fabrikasyon üretim yapmadığımız için kimine yüksek gelen fiyatlar, kimine İtalya’daki mobilyalar ile kıyasladığında oldukça ucuz gelebiliyor. Mesela fabrikasyon üretilen normal standartlarda bir çalışma masanın fiyatı bizim ürettiklerimizin yarısı kadar. Fakat malzeme ve işçilik bu farkı kapatacak kadar önemli. Gelişmiş makinelerde, ucuz işçilikle Endonezya ya da Malezya’da üretilen ürünler ülke piyasamızda çok yaygın şekilde yer alıyor. Ama hesaba katılmayan bir şey var ki ağaç coğrafya değiştirdiğinde uyum sağlayamaz, özüne hasretlik çeker, tıpkı bizler gibi.
Ağacı para olarak görmemek lazım yani…
Tabii ki… Ne ağacı para olarak göreceksiniz ne de bizim yaptığımız gibi mobilyacılıkta ticari bir kaygınız olacak. Sonra hüsran yaşarsınız.
Bu meslekte de diğerlerinde olduğu gibi usta çırak ilişkisi bitti mi?
Seri üretimler, fabrikasyon mobilyalar usta-çırak ilişkisini tamamen bitirdi. Usta denilen kişiler makine başında, aynı malzemeden beş bin tane kesiyor. Hatta durum öyle bir hâl aldı ki, bir parçayı kesen diğer parçaların ne işe yaradığından anlamaz oldu.
Kaç kişi çalışıyor burada?
Atölyemizde ustalarımızla beraber beş kişi çalışıyor. Ayrıca satış ekibimizde de üç kişi mevcut.
Baba mesleğini siz de çocuklarınıza aktarıyor musunuz?
Üç sene önce çocuklarıma “bu hangi ağaç” diye sorduğumda, “odun” bile diyemezken, şimdi ağaçların tüm inceliklerini öğrenmeye başladılar. Babamın, benim içimdeki sevda yavaş yavaş onlara da düşmeye başladı. Tüm temennim bu sevdaya sahip çıkıp, her geçen gün daha da büyütmeleri…
SERİ ÜRETİMİN CAZİBESİ BİZİM EVE DE GİRDİ
Evdeki ihtiyacı beklemeden, bazen yaptığım sehpayı, abajuru öyle beğenirim ki atölyeden göndermeye kıyamam, alır hanıma hediye ederim. Ama bazen de eşim sağ olsun seri üretim bir ürünle karşıma öyle bir çıkıyor ki, şaşırıp kalıyorum. Daha geçenlerde bir firmadan TV ünitesi almış, eve gittiğimde kurmaya çalışıyordu. “Biz mobilyacıyız, neden buna para verdin” dedim. “99 liraydı, dayanamadım aldım” demez mi? İyi mobilyacıyım, seri üretime karşıyım deseniz de teknolojinin dayattığı cazibe bizim eve bile giriyor. Durduramıyoruz.
AĞAÇ SEVENLER DERNEĞİ
Bence ağaç sevenlere bir dernek kurulsa herhalde dünyanın en büyük derneği olur. Buraya gelip ağaçlara dokunup, ağlayan insanlar var. Üstüne para vereyim de bu işi bana öğretin, diyenler de… İnsanlar hayatın stresinden soyutlanmak için artık evlerinin bir odasını atölyeye çeviriyor. Makam mevki sahibi kişiler buradan bir parça ağaç götürüp, birkaç gün sonra yaptıkları işleri göstermeye geliyor. Öyle güzel işçilikle çalışanlar var ki aralarında, bizler de şaşırıp kalıyoruz. Adeta ağacı bir elmas titizliği ile işleyip, sevgileri ile besliyorlar.
Röportaj: Leyla ÖZ